25 Haziran 2009 Perşembe

sindirilmemiş anılar..

birşey.. bilmediğim, görmediğim, anlamadığım, anlamlandıramadığım birşey, köklerimden tutmuş çekiyor beni. derinime iniyor, geceleri derimi kazıyor, zihnime giriyor. kaygıdan uzak, pişmanlığa yakın birşey. sıfat aramak gereksiz, belli ki sözlüğümde yazmıyor adı.

yüzümü değiştiriyor, suretlerle oynuyor. ruhum elinde oyuncak, ben emrine amede. sesler, sözler, şarkılar, nefesler susuyor. tek o duyulsun istiyor, sadece o dinlensin. dinliyorum, dinliyorum, dinliyorum. gece bitiyor. ancak öyle susuyor. sigaram korkudan küle, kül telaştan benzime dönüşmüş.

bazen günler saniye olur, bazen geceler bir asır.
kaç yaşındayım, kaç yüzyıl yaşadım bilmiyorum.
bu aralar güneş pek geç doğuyor.

23 Haziran 2009 Salı

şems-i tebrizi'nin gidişi üzerine: etme



Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme
Ey ay, felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle ziyan ediyorsun, etme

Ey makamı var ve yokun üzerinde olan
Sen varlık sahasını terk ediyorsun, etme
Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Sen Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme

Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme
Şekerliğinin içinde zehir olsa dokunmaz bize
Sen zehri şeker, şekeri zehr ediyorsun, etme…
Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mahvediyorsun, etme

Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme

İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme!

rumî

16 Haziran 2009 Salı

yürüyorum düş bahçeleri'nde



gece. alabildiğine karanlık ve alabildiğine umutsuz. bir çift cd var ellerimde. içlerinde hüznümü alıp şarkı yapmış, içime sinmiş, içim olmuş şarkılar.

ilk aşkım geliyor aklıma. yenilerine yenilmiş, yenik düşmüş, eskimiş ama eksilmemiş aşkım. şivesi bozuk bir adam. şimdi kim bilir nerde? sevmiş miydim onu, hiç sevişmiş miydik? benzer şarkıları acı(k)lı bir yüz ifadesiyle dinliyor mu o da? geliyor muyum aklına arasıra?

bu kadın'ın sesinde birşeyler var diyor yıllara meydan okuduğum dostum. okuldan kaçtığımız zamanlar dinlediğimiz şarkılar geliyor aklıma. şıpır şıpır gözyaşlarından zaferlerle kurtulan ilk sevgililer. biz büyüyoruz, masumiyetimizi çıkartıyoruz üzerimizden, çırılçıplak kalıyoruz. kendimizle tanışıyoruz yirmili yaşların ortasında, eksilmeye, yitmeye doğru gidiyoruz. tükeniyoruz.

her şarkı başka bir anı'yı öpüyor. her şarkıda yapayalnız kaldığım başka bir kavşakta buluyorum kendimi. dinlemeye cesaret edemediklerim var birde. eskiden, kalbim daha minikken yani, bu kadar çok sevmemiş, bu kadar çok üzülmemişken yine böyle can yakar mıydı şarkılar? bu kadar kurşunî miydi renkleri bilmiyorum..

büyüdükçe daha çok seviyorum bu kadını, bu şarkıları. açık yaralarıma şifa oluyor. anne tesellisi, özlenen bir dostun iç çekerek sarılması gibi, içimdekileri alıp götürüyor sözleri, uçurtma bayramlarına bırakıyor yerini. çocuklarımda dinlesin, onlarda bu şarkılarla, bu anne sesiyle büyüsün istiyorum.

kalbimdeki tüm kötülükleri savuşturup uzaklara, taa kalbimden sezen şarkısı söylüyorum en kısık sesimle. bu şarkılar değil midir ki şifa duaları?!

15 Haziran 2009 Pazartesi

aşkı geçtik gözlerini açabilirsin..



Her gün görmeye alışmıştım seni. Hiç bitmeyecek bir çizgi film gibiydi hayat. Tümseklerden atlıyor, bağırarak şarkılar söylüyor, yağmurda ıslanmadan yürümeyi başarıyorduk.

Kıştı. Ne kadar çok kar yağarsa o kadar seviniyorduk. Evsizlere üzülmek aklımdan geçmiyordu. Benim evim sendin, onlarında aşkları var sanıyordum. Üşüyen ellerimize eldivenler yetmeyince sıcacık kestaneleri dolduruyorduk cebimize, soğudukların da ısınan ellerimizle yemeye başlıyorduk. Hayat, yaşanılır geliyordu gözlerime. Çizgi filmden romantik-komediye terfi etmiş, her kavgayı bir hediyeyle savuşturur olmuştuk. Adları, kavganın konusuna göre değişen manidar kitaplar seçiyorduk. İlk aldığın kitap; Uzaktan Aşk'tı. Dört perdelik bir libretto. Hala hafızamda ilk cümlesi; “mutluluktan söz etmeyi öğrendim, nasıl mutlu olunur bilemedim.” bana aldığın bu kitap bir anda açık etti bu bahar akşamı yaşadığımız her şeyi.

Aynı ölçüde manidar bir başka hediye tutuyordun avuçlarında birkaç gün sonra. Üstünde tek bir sözcük yoktu. Okuduğunda fark edebileceğin bir sır koymuştum içine. Kısacık bir cümlenin mor ispirtolu kalemimle çizmiştim altını. Paulina 1880 ellerindeydi ve sır da onun içinde. “beni kim sevecek, kim öldürecek acaba?'” okuduğuna emindim, çünkü bir kez olsun seni seviyorum demedin.
Uzun bir kış olmuştu o sene. Kar bir türlü kaldırımlardan kalkmamış; ıslanan paçalarımız, üşüyen ellerimiz, uzun yürüyüşlerimize engel olamamıştı. Mevsim kıştı ve hayatın tüm tonları beyaz.

Odamda ki kitaplık dolmaya başlamış, tüm kitapların sırası şaşmıştı; yan yana, alt alta, sıkış pıkıştı kütüphanem. Çok sesli kavgaların sesini kitaplarla kesmeye, küfür edebiyatının dillendiremediğimiz eserlerini yazarlara mâl etmeye başlamıştık. Yerden yüksekten bir farkı kalmamıştı yaşadığımız şeyin. Aşk ya da çocuk oyunu adı her neyse.

Daha az görüyordum seni ve giderek daha da azalıyordu kahveli şarkılı sohbetler. Benimle tanıştırmadığın arkadaşların vardı. Sen tanımazsın grubu koymuştum adlarını. Günlerinin çoğunu onlarla geçiriyordun. Yazılar yazıyor, sürekli bir şeyler okuyor, telefonunu açmıyor, daha fazla susup daha az dinliyordun beni. Evine senden habersiz geldiğimde, kapalı perdeler, dağılmış kitaplık, karanlık bir oda, onlarca içilmiş sigara ve hiç bozulmamış bir yatak karşılamıştı beni.

Bir şeyler oluyordu, biliyordum. Konuşamadığımız için susuyordum ve işte yine bir hediye vardı ellerimde. İçindeki sırla birlikte masanın üzerine koydum. “konuşmadan geldiğimiz bu yerde, küçük bir akarsu taşıyordu ormanın dışına, bugün bile ürpertir beni kızıl suları.Dante, İlahi Komedya, cehennem. Onca karışıklığa rağmen okuduğuna eminim çünkü uzun bir aradan sonra görüştüğümüzde, “kızıl sular güvenlidir, korkutmasın seni” dedin. Cehennemde olduğunu fark etmemiştin.

Hayat bir çizgi film kadar acınası değildi, gerçekler vardı artık. Gözlerimizi kapatsak ta sesleriyle bize suretlerini gösteren gerçekler. Kış bitmek üzereydi ve uzun zaman olmuştu kestane yemeyeli. Üzülüyordum. Her şey değişiyordu. sen, ben, filmler, şarkılar bile sadık kalmıyordu ve bir türlü değiştiremediğin dünya, değişiyordu. Görmediğin onca şey gibi, kocaman dünyada kaçıyordu gözünden. Sesin eskisi kadar güven vermiyordu. Can çekişmeye başladığımızda en yakın kitapçıya koşuyorduk, bir tek bu değişmiyordu.

Marx'ın en ünlü kitabını tutuşturmuştun elime bir öğlen vakti, hediye olduğunu sanmıştım. Ders çıkışıydı. Apar topar uzaklaştın yanımdan birinden kaçar gibi, bir şeyler peşinden geliyormuş gibi. Oysa ben hep bıraktığın yerdeydim. o öğleden sonra hediye sandığım kitabı okumadan, içinde ki sırrı keşfetmeden önce ilk kez senden ayrılmayı düşündüm. Yaptığım mızıkçılık değildi, eski tadı kalmamıştı oyunun ve ben gidiyordum. Gitmeden önce oturdum hediyemi okudum. Bu kez sır yoktu içinde. Çok kez okunduğu pamuklaşan kenarlarından belli sayfaların hiçbirinde tek bir cümlenin altı çizilmemişti. Sır, sendin bu kez. Tüm benliğimle dinlediğim halde duyamadığım, anlamak için beş duyumdan fazlasına ihtiyaç duyulan sır sendin! Ne kadar komikti halim, Marx'ın içinde, dünyanın değiştiği kitabın cümlelerinde seni arıyordum. “katı olan her şey buharlaşıyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor ve en sonunda insanlar hayatlarının gerçek koşullarıyla ve diğer insanlarla ilişkileriyle yüzleşmeye zorlanıyor.” diyordu Marx. Bir bakıma haklıydı, aşka uygulanabilirliği vardı bu manifestonun.

Aşkla başlayan oyunumuz, siyasetle bitiyordu şimdi. Senden ayrılmak istediğimi söyleyemedim sana hiçbir zaman. Son kez bir kitaptan yardım istedim. Lamartine koştu imdadıma, ben sustum yine, Beldeler Kraliçesi konuştu adıma;
bu kadar uzak bir yere gelip, hayal kırıklığı aramaya değer miydi?

Bittiği için ağladığım ne ilk ne de son oyundu bu. Okuduğundan eminim çünkü bir daha günaydın demedin bana, yan yana geçiştik çok kez, kollarım değdi omuzlarına da gözlerimiz buluşmadı aynı hizada, bir daha kitap almadın bana. Bitmişti oyun, aşkı geçmiştik, açabilirdik gözlerimizi.

13 Haziran 2009 Cumartesi

ilk gün..


Kafa dinlemeye gelmiştim. Bir kaç sayfa bir şeyler yazmak, anıları sıkıştıkları yerden çıkartmak, tozlarını almak, konuşmak ve sonra geldiğim şehre geri dönmek. Geldiğim gibi geri dönmek. Yanılmışım.

O kadar çok hayat var ki burada. İki katlı, dört odalı deniz manzaralı bu evin her anahtar deliğinden başka bir hayat çıkıyor karşıma. Gizlerini anlayabilmek, sırlarına vakıf olmak için yapmayacağı şey yok insanın. Ben dinlemeyi seçiyorum. Onlarda büyük bir samimiyetle, gözlerimde ki hayretin keyfini çıkartarak anlatıyorlar. Benim bu kadar da olmaz diyen gözlerime baktıkça, daha bir şevkle anlatıyorlar başlarından geçen pişmiş tavuk hikâyelerini. son cümle aynı oluyor bende: bunca yıl yaşadığımı sanmışım. Ne gerçek, ne yalan karıştı bende. Film gibi hayatlara tanıklık etmenin hayretinden fazlası var içimde. Hiçbiri bir hikâyeleri olduğunun farkında değil, benim zihnimde yarattığım sayfaların kahramanı olduklarını bilmiyorlar ve sanırım öğrenseler de çok bir şey değişmeyecek onlar için. Öyle rahat tüketmişler ki ömürlerini geriye hatırlayıp özlemle anımsanacak tek bir anı kalmamış. Bunun rahatlığını geçirmişler belli ki sırtlarına. Anılardan muaf olmak bir marifet mi ben henüz karar veremedim buna.

Benim canımı yakan nice küçük ayrıntı kaybolmuş onların gözü önünde. Aramaya yeltensem ben, hemen durduracak gibiler. Bunca anlam kıtlığının arasında, kendime kızıyorum yine. Neden hatırlatıyorum insanlara unutmak istediklerini, bir ömür harcadıkları geçmişlerinde neden yeninin eskimiş yolculuklarına çıkartıyorum herkesi. Kimse benim gibi olmak zorunda değil hâlbuki.

Çevresinde olan bitenden bihaber olan tek bir kişi var, onun varlığı burayı ve bu insanları daha çekilir yaptı benim için. İkimizde misafiriz aslında bu evde, belki de iyi anlaşmış olmamızın sebebi budur. Ne yaparsa yapsın Ona kızamıyorum, gözlerine baktığınız anda elinizden tek bir şey geliyor, gülümsemek. Aksi mümkün değil. Evin tüm odalarını yeniden keşfe çıktım onunla beraber, kayısının ve karpuzun tadını yeni keşfettim. Her ikisi de özenle ele alınıp parmakların arasında suyu iyice sıkılmak suretiyle emildikten sonra ağza atılıyor. Kırmızıya boyanmış eller büyük bir umursamazlıkla üste silinip, hiç bir şey olmamış gibi insanların arasına karışılıyor. Suratta kocaman bir gülümseme.

Kelimelerin işe yaramaz olduklarını öğretti bana. Söyleyebildiği üç beş heceyle öyle güzel anlatıyor ki derdini, tüm sözcüklerimi rafa kaldırdım. Hayatımda bıraktığı binlerce ayrıntıdan habersiz büyüyüp gidecek, belki bu ilk ve son görüşümüz birbirimizi. O hatırlamaz beni, bense muhtemelen her yaz mevsimi karpuz çekirdekleri ve kayısı turuncusu kadar canlı hatırlayacağım onu.


22.haz.07.
Cuma.

dünyada kaybolduğunuz an'lar vardır


kaybolduğunuz an'lar vardır...

eski bir cadde de, dar bir sokakta, kuşatılımış bir şehirde başınıza gelen 'tanımazlık' halinden sözetmiyorum.
dünyada kaybolduğunuz an'lar vardır.
hiçbir yüzün tanıdık gelmediği an'lar.
nerden geldiğinizi unuttuğunuzdan kırılmıştır zihninizin geleceği gösteren tarih aynası..yeryüzüne sığmayışınız bundandır.ne olmadığınızı çok iyi bilirsinizde, kim olduğunuz gelmez aklınıza bi'türlü.bir kez duysanız cevabı, doğruluğunu tartışmadan kabulleneceksiniz.sorgulamadan, gereklilik fiilleri kullanmadan tek bir cümleyle açık edeceksiniz koca hayatınızı..
dünyada kaybolduğumuz an'lar vardır.

bildiğimiz tüm gerçeklerin kum tanelerine döndüğü ,binlerce olduğu, avuç dolusu ''doğru''larınız. hepsi birbirinin aynıdır ve siz hangisinin daha gerçek olduğuna bi'türlü karar veremezsiniz.
birbirine benzeyen, binlerce, kumdan gerçek.
düşlerinizin kırılan yerlerinden sızan göz yaşlarıyla şekillenen kumdan kalelere dönüşürler sonra.ihtişamlarıyla başdöndürürler,büyülendikten sonra, inanırsınız...
gözlerinizi sizden habersiz kara bir tülle bağlayandır inanç..gerçekleri görmemeyi körlük sanırsınız.oysa yaptığınız korkmaktır sadece.kumdan kalelerinizin sihrini yitirip, dalgalarca bertaraf edilmesini görmeyi reddetmek..kör bir inançla reddetmek..

dünyada kaybolduğumuz an'lar vardır.
aşk atlasıyla çıktığınız yolculuk, kara bir gerçeklikle karaya oturmuştur.
bulunmaktan ziyade, keşfedilmek istersiniz.

dünyada kaybolduğunuz an'lar vardır.

9 Haziran 2009 Salı

yıl sonra


şimdi gitmem artık bir yere. sen varsın diye değil, ben olduğumdan gitmem. ben benim, sadece olduğum için. sen, sensin diye değil. kendimi var etmedim ama bendeki seni var eden benim. gitmem dedim ya, bi yere gitmem, bilmelisin!

fark etmezdi benim için o gece ya da o sabah gelmen. gelmeyebilirdin. ben, ben olurdum yine. ismimle, cismimle aynı ben. ama sen gelmeseydin eksilirdin. eksilirdi bendeki sen. düşünemedin!

yarın planları yapmak neye yarar, yarın daha olmamışken. ve olmayacak belki de hiç. ölü de olabilir o kedi, diri de. schrödinger'in kendisi. basit fizik kanunlarından bahsedelim öyleyse. felsefeyi, tarihi, geçmişimizi boş ver. tüm yıldızlar parlakken, gün doğup, gün batarken, nasıl da körsün sen?! olmayacağı olur kılamazsın ya da olacağa mani olmazsın. içine bakmayı denedin mi, görebildin mi? sanmam! söylediğin sözler süslü, ben süsü sevmem. "duygularım" diyorsun, "hissettiklerim".. hissetmek öyle bi'şey değil. gelir dayatır kendini sana rağmen. apansız ve aniden. önüne geçemezsin. "duygu" dediğin ne ki sence? sessiz misin yeterince? içinin sesini boğuyor yine senin kendi gürültün. kalabalık caddelerde geleceğine yürüyorsun koşar adım. inşa ediyorsun kendince kendini. planların boşuna, bilmelisin!

bazen rüzgâr eser ya da ne bileyim hatırlasana, eninde sonunda yıkılır tüm kumdan kaleler. şimdi git artık sen. kurgula yaşamını. asgari müştereklerde anlaştığın birini bul ve sev onu. ama pişman olacaksın, eminim.
"olmalıydı, olmalıydı seninle ben" diyeceksin. olmalıydı ama sen kördün, göremedin. sen kendine küstün, kendi sesini hiç dinlemedin. başka biri olmaya çalıştın. belki de oldun.

yok benim pişmanlıklarım hayata dair, olmayacak da. giderken arkasına bakmayı bilmeyenlerdenim ama ne istemediğini çok iyi bilenlerden. gerek yok ki pişmanlığa. o anı yitirmemek için, o bir tek anı seni hissettiğim, tüm yollardan geçtim ben. uğraştım, didindim. asgari müştereklerle buluşmadım kimseyle, herkes seviyor diye hiçbir şarkıyı sevmedim. 110 metrekare hayatlara prim vermedim. olmayan işimde ne kadar para kazanacağımı, hangi arabanın daha az benzin yakacağını hiç düşünmedim. geleceği değil, o anı, sadece seni istedim. üzüldüm, yara aldım. biliyordum, zorluydu yolum. ana yoldan bi kere talî yola sapmıştım. ama pişman olmadım, inan hiç pişman olmadım. bedeli vardı elbette herşeyin, ödüyorum, nefes aldıkça da ödeyeceğim. umrumda bile değil; bilirsin ben robert frost'u hep çok sevdim. hesap yapmadım. sevmem toplayıp çıkarmayı, sonra da bölüp çarpmayı. pişman değilim çünkü kendime hıyanet etmedim. yaralanmamak için uğraşmadım, bıçağın ucunu bile bile seçtim. korumadım kendimi hissettiklerimden, kendimden. ve senden..

git, güle güle..
sana iyi seyirler; gün gelir hayatın, perdesi yırtık açık hava sinemalarında, tahta sandalyelerde otururken gözünün önünden kare kare geçer..

5 Haziran 2009 Cuma

yol-culuk


bilmediğim bir şehirde, hiç tanımadığım, tanısam bile sevemeyeceğimi düşündüğüm insanların arasında, on numara asık bir suratla uyanmış buldum bi sabah kendimi.

rengi eskimekten grileşmiş ama aslında beyaz olan duvarlarla, tepemde üzerine düşen görevi hiçbir zaman yerine getirmemiş bir çalışma masasıyla konuşurken buldum kendimi. nefesime ses veren tek bir şey vardı ellerimde, o da tek dal sigara. eylüldü ya da ekim. ama kıştı sanki mevsim. binbir soruyla başetmeye çalışıyor, çırpındıkça daha derine batıyordum. son derece mutsuzdum ve saat bir kadar yalnız.

bir kız tanıdım sonra.. alelade bir çardakta, adını bilmediğim insanlarla sigara içiyordu. gülüyordu bazen ve sürekli küfür ediyordu. geldiği şehre, girmek zorunda olduğu derslere, hayata ve insanlara hiç soluksuz küfürler yağdırıyordu. nasibimi almaktan, onun sözleriyle sırılsıklam olmaktan korkmuştum. bi sigara verdi bana.. bir yıl boyunca devam etti sonra bu muhabbet. adını bile bilmediğim o kızla, birlikte tanır olduk hiç bimediğimiz şehri, yemekler yedik, kadehler tokuşturduk, insanlardan kaçtık, insanlardan korktuk, kahkaha krizlerine yakalandık hiç beklemediğimiz anlarda, ardından ağlama nöbetleri yetişti imdadımıza. canı yanmış iki hatunduk kaybolduğumuz yollarda. birbirimizin kestirmesi olduk..

bir erkek çocuğu tanıdım sonra.. "merhaba" dediğinde gözleri iki kez yeşil oluyordu. durduk yerde şarkılar söylemeye başlıyor, hiç durmadan hayali bir gitar çalıyordu, notalar vardı aklında ve düzeni bozulmuş dünya. anlamadığım şeylerden bahsediyordu. ben aşkı anlatıyordum ona, bitmez tükenmez bir sabırla. o, yapacaklarından, hayallerden bahsediyordu. ters dönen iki çark gibiydik. sonunda bir ritm tutturmayı başarmıştık. zıtlıklarımızı seviyor, birbirimizin canını yakmaktan korkmuyorduk. dev bir kum saatini andırıyordu dostluğumuz. durmadan birbirimizin içine akıyorduk.

böyle böyle geçti zaman. en sonunda bitti masal. ardımda bıraktığım o bir yıla baktığımda iki kişi görüyorum şimdi. hiç tereddütsüz bir sigara daha yaktırıyor bana iç çekişlerim. özlem ne apansız geliyor..