30 Temmuz 2010 Cuma

"hatıralarımız ne kokar?" söyle iskender..


bi' zamanlar ankara'da, küçük bir çardakta, etrafı tahtarevalli, salıncak, kumla çevrili bir parkta ya da kaffelerine para yetiştiremediğimiz ve çok sevdiğimiz o küçük mekanda buluşur nefes almadan, yutkunmadan, acıdan üşenmeden şiir okurduk. çoğu zaman kitaplar olurdu elimizde, altını çizdiğimiz cümlelerle çıkardık birbirimizin karşısına. ben iskender derdim, o da derdi, edip cansever giriverirdi araya. kahvelerin biri gider biri gelirdi. turuncu pall mall'dan, captain blcak'e terfi edilirdi. cepte para azaldıkça mutlu mu oluyorduk ne?

bugün o günlere uyandım ben. sabah beri elimden düşmeyen iskender sayfaları. mektuplar, çiçekler, kaffe çekirdekleri, renkli kağıtlar.. istanbul'u değil, arzu'yu özlüyorum ben. bunun şerefine olsun bu yazıda. özlemek ki, en ağırı değil midir?!

"Kim bilir... Belki yaralarımıza üflerken öğrendik ıslık çalmayı..."

27 Temmuz 2010 Salı

oyunlarla büyürken





Âşık olmuştum ben. Gördüğünüzde onu, kendinizi bir duman gibi hissedersiniz ya hani, nefesi nerden üflerse oraya meyletmeye hevesli. Öyleydim bende. Tuz-buz oynuyorduk hep. Mızıkçılık yapmaya dilim varmıyordu. O kâğıt olduğunda, makas diyemiyordum. Makas kâğıdı keserdi kesmesine de dilime söz geçmiyordu. Taş dediğinde duvar oluyordum- ki böyle bir şansım yoktu- makas diyordum bende. Kazandım bakışı konuyordu gözlerine. Taş, makası kırar diyordu.
Kazanmak için oynuyordu.
Kazansın diye ses etmiyordum.
Taş, makası kırardı.
Kalbim kırılmaya alışkındı.

İşin kötüsü çocuk değildik artık. Kırılmalar yapıştırmalara denk olmuyordu. Ölçü tutmuyordu kırılan yerlerimiz, beyaz umutlar işe yaramıyordu. Biz görmemezlikten geldikçe büyüdüğümüzü, birileri hep gözümüze sokuyordu. Bakmayı reddettiğimizde ‘asi’ oluyorduk. Asi olmak bir kadına yakışmıyordu.
Çiçek olmaktan gelmiştik oysa. Kırmızı ana okul yıllarında hayattan öğrendiğimiz ilk şeydi. Uslu durmak, kolları kavuşturup ses çıkarmamak çiçek olmak demekti. ‘’bütün kadınlar çiçekti’’ . Sessiz bütün kadınlar, bitkisel bir hayata indirgenmiş, renkleriyle avutulmuş, dilleri kesilmiş çiçeklerdi. Hayatın kelimenin tam anlamıyla bir yalancı olduğunu ilk kez böyle anladım. Kendi başıma anladığım ilk şey, kimseye güvenmemekti.
Yaşam karışık bir yerdi sonra. Yeni oyunlar öğrenip farklı oyun arkadaşları edindiğiniz bir park gibi. Bazen kopardı film, araya reklâmlar girerdi. Nefes almak istemediğiniz, sıkıldığınız, hayatta kalmayı beceremediğinizi anladığınız zamanlar. Her reklâm arası birkaç litre gözyaşı, huzurla okunmuş birkaç kitap ve aşka inanmanızı sağlayan senaryolaştırılmış hayatlarla son bulurdu. Eğer hala nefes alıyorsanız yaşıyorsunuz demektir, ölmeyi beceremiyorsanız kaldığınız yerden devam edersiniz.

Taş-kâğıt-makasta ‘olamadığım’ her şeyi unutmuştum ya da unuttuğumu sanmışım. Yeni öğrendiğim oyun saklambaçtı. Hevesle oynamaya başlıyor, aradığımı bulamayınca sıkılıyordum. Hep zor yerlere saklanıyordu, ben ebe olmak istemiyordum. Oynamaktan vazgeçmiyorduk.

1, 2, 3
Önüm, arkam, sağım, solum sobe!
Saklanmayan ebe!

Kolay olmuştu bu kez. Hemencecik buluvermiştim ya da o bulunmak istemişti. Hep böyle olur, yenilmek istemeyen birini alt edemezsiniz. Artık ebe oydu. Çok gizli bir yere saklanmak geçiyordu aklımdan. Şimdiye kadar tüm sobelenmelerimin acısını çıkartmak istiyordum. Ve öyle de yaptım. Kalbimi kalbinin içine sakladım… her yeri aradı da, kendine bakmak gelmedi aklına. Bulamadı beni.

Şimdi biliyorum; ben o’nun için sır oldum, kayboldum çünkü..
O benim için hiç oldu, bulamadı beni…

Zamanın hızla geçtiğini söylüyorlardı. Bazı şeyler için ispata gerek yoktur. Bende biliyorum, koca bir hayat yaşıyordum ve yanımdan sadece zaman geçiyordu. Buna ‘yalnızlık’ deniyormuş.

Vazgeçmedim oyun oynamaktan yine de… Benim de mızıkçılık yaptığım anlar oluyordu. Sabretmek herkes için kolay değildir. Takvimlerdeki sayılar yaşımıza eklendikçe daha çetrefil oyunlar seçiyorduk kendimize. Herkes büyüyordu. Büyükler genelde evcilik oynuyordu. Önce karı ve koca oluyordu rolleri sonra anne ve baba. Uzaktan izliyordum onları. Giderek kahkahaları kısılıyor, ben artık oynamak istemiyorum diyenler oluyordu. Benim hiçbir zaman aklım ermedi, oyunları mutlu olmak için oynamaz mıyız? Mutsuz olan çığlık çığlığa annesine koşuyordu, fasl-ı şikâyet başlıyordu ardından. Oyundan kovulduğumuzu neden kabul etmeyiz bir türlü.

Ben sessiz sinema oynuyorum bu aralar.
çok yerli, doğduğum günden beri benimle.
tek kelime, üç harf.

11 Haziran 2010 Cuma

aşk sadece sana anlamlı geldiğinde..




Bana yaptığın her şey için senden özür dilerim...
Saklamaya gerek yok, ortada halim.. kaçmıyorum eskilerden, üstüne gitmeye karar verdim hayatın..cılız adımlarla yürüdüğüme bakma, iş ki yere değiyor hala ayaklarım..gösterdim tüm kozlarımı..hayatla yüzleştim.dramatize etmeye gerek yok, şarkılar benim yerime yaptı bunu, bilirim sen müzik dinlemezsin, olur da duyarsan, senin için çaldığını bil istedim..

Yaşımız büyüyor değil mi..

günler geçtikçe, takvim sayıları hayatımıza eklendikçe, tamamlanmamız lazımdı oysa..giderek eksilmek niye..yıllardan korkmak, ille de düzene sokmaya çabalarken hayatımızı, yeni yolculuklar çıkarmak, hep arafta kalmak, gittiğin hiçbir yerde uzun vadeli kalamamak, kendinden bu kadar korkmak niye?


Yaşlı bir kadın olduğumu hayal ediyorum ne zamandır..içimi rahatlıyor bu düş, şehir trafiği susuyor, insan yüzleri daha masum, hayat yavaş çekim akıp gidiyor, yaşananların yükünü bırakmışım yaşlı evimin kapısına, gelen geçen işine yarar bulduğu şeyleri alıyor. Yük’süzüm, gözlerimde ki yaşlardan çok daha sakin ömrümün
yaşları..cennet ayaklarıma serilmiş..ölümü bekliyorum..

Yaşımı dörtle çarpmış yaşadıklarım sanki..
Kim girerse girsin hayatımın odalarından içeri, sen çıkmıyorsun.. hep bi yer buluyorsun kendine. Benimde göremediğim yerlere saklanıyorsun, kaybolduğunu, yittiğini, gittiğini hissediyorum bazen. Üzülüyor muyum bilmiyorum, belki biraz acı, biraz özgürlük senden arta kalan. Yıpranmış, olduğu yerde kalan bir özgürlük. Bu kez diyorum, evet bu kez, gitmiş... sonunda gitmeyi seçmiş, iyi kötü bir karar vermiş, yok olmuş içimden. Yerini dolduracak birilerini arıyorum. Tam o anda çıkıp geliyorsun. Sert adımlarla dolduruyorsun sana ait olduğuna inandığın boşluğu. Oysa eminim ben, sen gelmezsen sana geleceğimden, seni sevdiğim kadar eminim. İçim öyle karanlık, öyle kalabalık, hınca hınç ki.. benden iyi bilirsin, oranın müdavimi, hiç gitmeyen sakini sensin.. Terk etmeyen, terk etmeye izin vermeyen tek kişisin.
Her neyse... Karışmış bir sözlük gibiyim ben. Her sözcüğe senden bkz. verişlerim bu yüzden. Her nesneyi sana bağlayabilir, günahlarını altın suyuna batırabilir, her fizik kuralını varlığınla açıklayabilir, her romanda adını bulup kurşun kalemle altına kesik çizgiler atabilir, ismine bakıp dudaklarıma bir gülümseme yapıştırabilirim..

Hiç okunmayan yazarların ucuz romanları gibi yaşıyorum şu ara. Çoğu kişinin elinden, okunmadan geçmiş gibi. Bilirsin bizi kalın kitaplar korkutur. Ama ben senden korkmamıştım daha..

Gözlerimin önünde hala ilk sayfan, “aşk” gözlerimin önünde hâlâ...

9 Haziran 2010 Çarşamba

korkma murat ben varım!




pılımı pırtımı toplasam gitsem yanına, desem ki, "aç kalbini murat ben geldim!" bit kadar bi oda verse bana. o yazsa içerde bi yerlerde, ben papatya çayları, aromalı kaffeler yapıp tıklatsam kapısını. uyumadan, yemeden ve dahi getirdiklerimi içmeden yazsa, hep yazsa. ben de hep okusam. yemeden, içmeden okusam.

biliyorum sevgili okur, bu delice, salakça gözüküyor. ama üç günlük dünyanın üçüncü gününe gelmeden oluverse şu yazdıklarım ne çıkar?!

1 Haziran 2010 Salı



"taşlar tankları yenecek.."

25 Mayıs 2010 Salı



Benim için toplumdan alınacak bir intikam tasarla...

21 Mayıs 2010 Cuma

başka dilde bir film

"sana büyük bir sır söyleyeceğim korkuyorum senden.."



"hayat bu kadar mı zor" dediğinizde,
çabalamaktan bıkıp, sahneyi terk etmeye karar verdiğinizde,
sadece ama sadece bir fincan kahveyle mutlu olmayı bilen insanlarla güldüğünüzde
aşkı gördüğünüzde,
bir çuval aşkı mahvettiğinizde,
yeryüzündeki herşey anlamsız geldiğinde,
yaşamak için tek bir sebebe muhtaç olurken
tutunacak bir dal aradığınızda,
konuşmanın anlaşmaya yetmediğinde,
mutsuzlukla dans ederken,
.
.
.
.
.
size "kara"yı gösterecek bir kaptana ihtitaç duyduğunuz herhangi bir anda izleyin.

13 Mayıs 2010 Perşembe

bir gün bir kitap okudum....




hep aynı muhabbet döner durur: bu bir aşk filmi/romanı değil, aşk üzerine bir film ya da aşk üzerine roman. nedense bir merak fitili ateşleniverir ben de. izlemek, okumak, tadına bakmak isterim. bi zamanlar acımış kuyruğum yeniden belli ediverir kendini. aklım geçmişe döner.

iklimler'de böyle bir kitap işte. anlatılan bir aşk hikayesi değil. aşk üzerine, aşkın kudreti, sıfırlanan ben'lik, "o" üzerine bir hikaye. (canım Maurois, bu kitabı yazarken ne haldeydin, nasıl bir acı sana bu satırları hediye etti acaba?!)

tesadüfen elime geçen bu roman, mest etti beni. ilk cümlesine takılmadan, şimdi ne olucak telaşıyla gözlerimi yormadan, ağır ağır ve yaşayarak okudum iklimler'i . ismi de öyle güzel ki..

kitap biter, ızdırabı bitmez. işte o cümle:

"kaderlerimizle arzularımız, hemen hiç bir zaman bağdaşmıyordu.."





nosta, aşkın içinde kaybolmuş, umut ve mutsuzluk arafında kalmış, eski kitap ve meyankökü kokan bir iklimden bildirdi..

elden gelirse şimdi mutlu mutlu kalın!

16 Nisan 2010 Cuma

hoşgeldiniz..


merhaba,
tabii ki içeri geçebilirsiniz. aaa! ne demek. hoşgeldiniz..

ama lütfen kusura bakmayın, salona geçmeyiniz. oturma odasına alalım sizi, orada daha rahat edersiniz. hızla geçin siyah koridordan. çevrenize hızlıca göz atıp, herşeyi olduğu gibi kabulleniniz. orası mı? misafir odası orası. evet, dağınık biraz.. valizleri kenara itip yürümeye devam ediniz. gitmeye karar veren birini, rahat bir yatak ne kadar daha kandırmaya yetebilir ki? evet, o da gitmeye karar verdi.

yakmayın lütfen ışıkları, inanın görmek istemezsiniz olanları.

dedim ya ortalık biraz dağınık. her tarafa saçılmış anılar.. hemen toplanmaz ki onlar. söylenmemiş bir dolu söz uçuşurken havada, aman dikkat edin ayaklarınıza dolanmasın pişmanlıklar.

sağdan yürümeye özen gösteriniz. sol tarafta ağır acılar ve asla gerçekleşmemiş düşler ve kırıklıklar var.. ellemeyin, sizin de elinizi kesebilir her an. misafir gitsin, yakındır temizlik. siz içeride oyalanırken ben herşeyi yoluna koyar, gereksiz şeyleri çöpe atarım. daha öncede yaşandı bu durum, evim alışık.. üzgün gibisiniz.. n'oludu kuzum, iyi misiniz?!

şaşırttı tabii sizi bu durum. misafir üstüne misafir olur mu?! suçlar gözlerle bakmayın öyle; ben davet etmedim, kapımı çalan sizdiniz. evin dağınık olduğunu bile bile içeri girdiniz. nasıl bir soru bu böyle, ben de mutlu değilim tabii ki! kim birini uğurlayıp el sallarken aynı anda bir başkasıyla tokalaşabilir ki?

haklısınız belki de.. sizin için daha zor bir durum.
durun bir kahve yapayım, vardır elbet bir orta yolu bu sorunun..