16 Şubat 2009 Pazartesi

dr. xanax'la sohbet raporu

derin düşünce no:1


"bizi bütün kitapların ötesine götüremeyen kitap da nedir" diye sordu nietzsce. sofrada üç kişiydik. aramızdan bir ceset çıkacaktı. peki hangimiz yeterliydik katil olmaya?

katilin kendine tahammül etmesinin tek yolu kurbanının son arzusunu yerine getirmekti. ne hafifletici nedenlerle işlenen gündelik cinayetler.. ne de vakitsiz daralan nefesler.. hiçbiri soyağacında bir yaprak bile kıpırdatmadı.

meselem var; hem katille, hem cesetle.
ilk not; cinayet ve şölen sofrası..


1. rüyamda sık sık proust'u görüyorum. kayıp zamanın izinde, çiçek açmış genç kızların gölgesine yürüyor. tuhaf düşler gördüğünü ve sürekli yemeklerinin içinden kıl çıktığını anlattı bana. ona freud'a gözükmesi gerektiğini söyledim.

2. bazı insanlar tanıdım. onlara içimden dedim ki: siz seçmece kötüsünüz.
kötü derken, kötü yürekli, acımasız ya da despot biri demek istemiyorum. birazcık bu da var elbette. hayır, "seçmece bir kötü" derken, içinde iyi olan ne varsa inkar etmiş ve yaşarken cesede dönmüş biri demek istiyorum. çünkü asıl kötüler herkesten nefret ederler; bu kesin ama özellikle de kendilerinden nefret ederler. birisi kendinden nefret ettiğinde bunu hissetmez misiniz siz? bu onu yaşarken ölü kılar, kendi olmanın bulantısını hissetmemek için kötü duyguları kadar iyi duygularını da uyuşturur.

3. geldik ikinci soruya: dünya hakkında ne biliyoruz?
bu soruya kant gibi idealistler yanıt veriyor.
şunu söylüyorlar: fazla birşey bilemeyiz.

8 Şubat 2009 Pazar

mutlu mavi



Her şeyden uzak durmalı belki de bu aralar... Uzakta durmalı hayattan ve yakından bakmalı kendine. Aynı soruların, benzer cevapları içinde “O” çok güzeldi. Sevilmeye değerdi öyle saymasa da kendini...
Bir Chagall tablosu gibiydi. Sıradan bir manzaranın alacalı renkleri içinde durmuş, en çok maviyi yakıştırmıştı kendine. Bir chagall tablosu gibiydi; dokunmadan sadece uzaktan bakmakla yetineceğim bir sanat şaheseri.

Aşk vardı. Sondan bir önceki kez inandım buna. Son kez hoşça kal demeden ona, tüm siyahlarımı giyindim, kalbim Katolik uykusunda. Günahla bularken gözlerimi yokluğunda, aramıyorum onu, sormuyorum da. Aşkın müzelik olduğu gerçeğini chagall’ın “mutlu mavi” tablosu gösterdi bir kez daha.

6 Şubat 2009 Cuma

trapezde melankoli

biz yalnız insanlardık.
ve birbirimizi sevdikçe daha da yalnızlaştık.evvel zaman içinde yaşadıklarımız zamanla geçer sandık. olmadı. olduramadık.

bi' zaman kitaplara verdik karmakarışık zihnimizi. o bayılırdı felsefeye. ne zaman ona yaklaşmaya çalışsam "varoluşmaktaydı." tekrar denemedim. ben roman okumayı severdim. onlarca hayali dostum ve kenarları okunmaktan pamuklamış sayfalarım vardı. ne zaman bana ulaşmaya çalışsa, beyaz bi tavşanın ardısıra kaybolan aykkabımı bulma telaşım tutardı. tekrar denediğini hiç görmedim.

biz suskun insanlardık.
ve birbirmizi anladıkça daha da suskunlaştık. geçmiş'i geçer sahiden sandık. tıpkı yeni zamanın renkli filmleri gibi. olmadı. olduramadık.

bi'zaman filmlere verdik birbirimize bakmaktan korkan gözlerimizi. o bayılırdı karanlık, bol dumanlı filmler seyretmeye. ne zaman yanına sokulmaya yeltensem, kahraman gibi hissederdi kendini. başı gri dumanlı. ben kırmızılı, haylli filmleri severdim. filmin içindeki insanlarda birbirlerini severlerdi. kavuşamaz olsalar bile severlerdi işte. hem "gerçek aşk kavuşamamak" değil miydi?! ne zaman elimi tutmaya kalksa, ben gözümün yaşını silerdim. ellerim gözlerimde olurdu, onun elleri boş birer kutu.


biz unutkan insanlardık aslında.ve en çok da birbirimizi unuturduk.unutulmaz şiirler okumaya verdik kılıç kadar keskin dillerimizi bir ara. aşktan anlamaz şiirlere bayılırdı o. hep bi'şeyler olurdu onun şiirlerinde. şehirler düşerdi, masalar devrilirdi, çukurlar yanardı. ne zaman şiirlerini okumaya başlayacak olsam; okumayı unuturdum. ben zeytinağaçlarını severdim, karabiber tozlarını, ağlayan sonbahar yapraklarını, yere düşen karanfili.. ne zaman şiirlerimi "oku" desem; emre itaat etmez kafir bir general kesilirdi.


vel hasıl, biz aynı dünyanın, ayrı insanlarıydık.
suskun, yalnız ve unutkandık
..