13 Haziran 2009 Cumartesi

ilk gün..


Kafa dinlemeye gelmiştim. Bir kaç sayfa bir şeyler yazmak, anıları sıkıştıkları yerden çıkartmak, tozlarını almak, konuşmak ve sonra geldiğim şehre geri dönmek. Geldiğim gibi geri dönmek. Yanılmışım.

O kadar çok hayat var ki burada. İki katlı, dört odalı deniz manzaralı bu evin her anahtar deliğinden başka bir hayat çıkıyor karşıma. Gizlerini anlayabilmek, sırlarına vakıf olmak için yapmayacağı şey yok insanın. Ben dinlemeyi seçiyorum. Onlarda büyük bir samimiyetle, gözlerimde ki hayretin keyfini çıkartarak anlatıyorlar. Benim bu kadar da olmaz diyen gözlerime baktıkça, daha bir şevkle anlatıyorlar başlarından geçen pişmiş tavuk hikâyelerini. son cümle aynı oluyor bende: bunca yıl yaşadığımı sanmışım. Ne gerçek, ne yalan karıştı bende. Film gibi hayatlara tanıklık etmenin hayretinden fazlası var içimde. Hiçbiri bir hikâyeleri olduğunun farkında değil, benim zihnimde yarattığım sayfaların kahramanı olduklarını bilmiyorlar ve sanırım öğrenseler de çok bir şey değişmeyecek onlar için. Öyle rahat tüketmişler ki ömürlerini geriye hatırlayıp özlemle anımsanacak tek bir anı kalmamış. Bunun rahatlığını geçirmişler belli ki sırtlarına. Anılardan muaf olmak bir marifet mi ben henüz karar veremedim buna.

Benim canımı yakan nice küçük ayrıntı kaybolmuş onların gözü önünde. Aramaya yeltensem ben, hemen durduracak gibiler. Bunca anlam kıtlığının arasında, kendime kızıyorum yine. Neden hatırlatıyorum insanlara unutmak istediklerini, bir ömür harcadıkları geçmişlerinde neden yeninin eskimiş yolculuklarına çıkartıyorum herkesi. Kimse benim gibi olmak zorunda değil hâlbuki.

Çevresinde olan bitenden bihaber olan tek bir kişi var, onun varlığı burayı ve bu insanları daha çekilir yaptı benim için. İkimizde misafiriz aslında bu evde, belki de iyi anlaşmış olmamızın sebebi budur. Ne yaparsa yapsın Ona kızamıyorum, gözlerine baktığınız anda elinizden tek bir şey geliyor, gülümsemek. Aksi mümkün değil. Evin tüm odalarını yeniden keşfe çıktım onunla beraber, kayısının ve karpuzun tadını yeni keşfettim. Her ikisi de özenle ele alınıp parmakların arasında suyu iyice sıkılmak suretiyle emildikten sonra ağza atılıyor. Kırmızıya boyanmış eller büyük bir umursamazlıkla üste silinip, hiç bir şey olmamış gibi insanların arasına karışılıyor. Suratta kocaman bir gülümseme.

Kelimelerin işe yaramaz olduklarını öğretti bana. Söyleyebildiği üç beş heceyle öyle güzel anlatıyor ki derdini, tüm sözcüklerimi rafa kaldırdım. Hayatımda bıraktığı binlerce ayrıntıdan habersiz büyüyüp gidecek, belki bu ilk ve son görüşümüz birbirimizi. O hatırlamaz beni, bense muhtemelen her yaz mevsimi karpuz çekirdekleri ve kayısı turuncusu kadar canlı hatırlayacağım onu.


22.haz.07.
Cuma.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder